Kampüste, Sokakta, Barikat Önlerinde! Gezi Yaşıyor!
- Gençlik Devirecek

- 2 Eki
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Eki

Bu toprakların en kitlesel halk ayaklanması olan Gezi Direnişi’nin üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen direnişin ruhu bugün hala sokak eylemlerinde dolaşmaya devam ediyor. 19 Mart’ta gençliğin Beyazıt’ta yıktığı barikatın ardından da sokaklarda Gezi epeyce anıldı ve kampüslerde de AKP’nin bütün baskılarına rağmen Ali İsmail, Berkin Elvan silüetleriyle, isimleriyle yaşatıldı. Gezi Direnişi’ni sokaklarda yaşatmaya devam eden gençlik bu direnişin özünü de doğru kavrar ve oradan dersler çıkarak ilerlerse o zaman Gezi daha da anlam kazanacaktır. Peki Gezi’de ne oldu? Gezi Direnişi’ni ortaya çıkaran zorunluluk neydi?
AKP iktidarı 2000’ler boyunca hızla neo-liberal politikaları hayata geçirerek bir dönüşüm gerçekleştirdi. Kentsel dönüşüm adı altında pek çok kamusal alan sermayeye peşkeş çekildi, ihaleler verildi, taşeronlaşma arttı ve emekçilerin çalışma şartlarında güvencesizlik artarken düşük ücret kıskacına takıldılar; doğa ve yaşam alanları, sermayenin yeni birikim yaratacakları alanlar haline getirildi, üniversiteler, medya, hukuk sistemi bunların tümü iktidarın hegemonyası altında birer ideolojik aygıt haline dönüştürüldü. Öte taraftan AKP iktidarı 12 Eylül askeri darbesinin getirdiği kodları da kendi iktidarında daha da sağlamlaştırarak toplumu dincileştirmeye çalışarak bir kültürel hegemonya kurma çabası içerisine girişti.
İşte Gezi’ye doğru giderken ülkenin siyasal konjonktürü bu biçimde şekilleniyordu. Bütün bu politikalar ve halka yansımasının üstüne Taksim Gezi Parkı’na bir AVM yapılması planlanıyordu. Bu plan AKP’nin emekçilere dayattığı koşulların, rant siyasetinin, sermaye yandaşlığının ve ekolojik tahribatın sembolü haline geldiği bir durum oldu. Mesele artık bir parkın AVM’ye dönüştürülmesi ve içindeki ağaçların kesilmesi değildi. Gezi Parkı artık halkın yaşam alanlarına el konulmasına karşı bir direniş mevzisi olacaktı.

Gezi’de Düşene Dövüşene Bin Selam!
Direnişin başlayıp büyümesi ve ülkenin dört bir yanına yayılması Erdoğan’ın koltuğunu sallandırmış ve gün geçtikçe Gezi’ye müdahale de buna göre şekillenmişti. Direniş boyunca devletin sınıfsal karakteri polis şiddeti ile daha net biçimde gözler önüne seriliyordu. Parkta nöbet tutan grupların çadırlarının polis tarafından ateşe verilmesiyle başlayan şiddet dozunu giderek daha da arttırdı ve biber gazı, cop, plastik mermi işkencesi bu süreçte AKP’nin normali haline geldi. Bu şiddet halkın öfkesini daha da büyüttü ve direniş 80 ilde yükselişe geçti. Şiddetin boyutu öldürmeye kadar ilerledi ve bugün sokaklarda isimlerini haykırdığımız Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Ahmet Atakan, Ethem Sarısülük ve nicesini direniş alanlarında yitirdik.
Öncü Örgüt Eksikliği ve Yarılma
Gezi Parkı, kurulan çadırlarla, dayanışma masalarıyla, her kimlikten insanın sokaklarda olmasıyla bir nevi küçük bir komün tasviri verse de bir noktadan sonra bu istikrar yavaş yavaş düşmeye, mevzilerde gerilemeye ve çatlaklar oluşmasına doğru ilerledi. Yarılmanın en büyük nedenlerinden biri olarak da harekete yön verecek, gidişatını doğru okuyup ona müdahalelerde bulunacak güçlü bir öncü örgüt eksikliğiydi. Bu yarılmayı gören AKP iktidarı son gücüyle yeniden yüklenerek direnişi bastırdı.
Gezi Direnişi başarılı sonuçlanamasa da bu ülkenin direniş tarihine önemli bir mirası bırakmış oldu. AKP iktidarı her fırsatta bu toplumsal halk ayaklanmasını kriminalize etmeye çalışıp o gün direnen milyonları da birkaç sanatçı, siyasetçi üzerinden mahkum etmeye çalıştı. Bugün hala Gezi’de direnenleri, Gezi’yi ananları, sahiplenenleri ve Gezi’de düşenlerin anısını yaşatanları gözaltı, tutuklamalarla sindirmeye, susturmaya çalışıyorlar. Ancak korku refleksi ile saldıran iktidara karşı Gezi’den taviz vermeyen de bir gençlik var.

Gezi Ruhu Barikatlarda!
19 Mart’ta öğrencilerin Beyazıt’ta barikatları yıkmasıyla başlayan ve ülkenin dört bir yanına yayılan direniş yeni bir Gezi umudunu başta gençlikte ve toplumda yeşertti. Elbette 19 Mart Direnişi’ni de ele alırken onu bir diploma iptali üzerinden değil yine o güne gelene kadar ülkede gerçekleştirilen politikalar üzerinden değerlendireceğiz.
AKP iktidarının 2000’li yılların başından bugüne kadar neo-liberal politikaları nasıl hayata geçirdiğini ve neredeyse her alanı kendi hegemonyası altına almaya çalıştığını yukarıda da anlattık. Bu süreç 2015’teki darbe tiyatrosu ile AKP’nin devletteki gücünü daha da arttırmasıyla devam etti. AKP iktidarı gerçekleştirmiş olduğu politikalar ile bir kültürel hegemonya kuramamış ve toplumsal muhalefeti bugün büyük oranda kaybetmiş olsa da devlet gücünü çok büyük oranda eline almış ve muhalefeti de bu güçle her seferinde sindirmeyi başarmıştır.
Hiçbir şeye ses çıkarmayan, biat eden bir toplumsal muhalefet tablosundan memnun şekilde her istediğini elindeki gücü de kullanarak yapan AKP iktidarı özellikle gençliğe dönük baskılarını son yıllarda daha da arttırdı. Bu baskının nedenlerini aslında çok iyi anlayabiliyoruz. Erdoğan’ın da ifade ettiği üzere istedikleri nesli yaratamadıkları ve hegemonyalarını gençlik üzerinde tam olarak kuramadıkları için yapılan politikaların yanında bir de baskı araçları yöntemi izlendi. İlkokuldan üniversitelere kadar eğitim müfredatından bilimsel dersler ve konuların azaltılıp, çıkarılıp yerine zorunlu din derslerinin eklenmesi, üniversitelerde dincilerin seminerlerin arttırılması işin ideolojik aktarım boyutu iken; buna direnen öğrencilere karşı, üniversitelerin zapt altına alınması, kayyum rektör siyaseti, kulüp kapatma, gençliği yoksullukla sınama ve yaşam tarzına müdahale de baskı araçlarının çeşitliliği boyutunu bizlere gösteriyor.

19 Mart Direnişi Gezi’yi Selamlıyor!
İşte 19 Mart Direnişi’ni de okurken meseleyi İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanmasıyla sınırlamak eksik ve hatalı bir okuma olur. Barikatları yıkan öfkenin ardında, yıllardır süregelen barınma krizi, beslenme sorunları, niteliksiz eğitim, yoksulluk, okurken çalışmak zorunda kalma, çalıştığı yerlerde, yurtlarda ölüme sürüklenme ve geleceksizliğe mahkum edilen bir bilinç yatıyordu.
19 Mart ile başlayan süreç Gezi Direnişi ile benzer özellikler taşısa da aslında nitelik olarak çok farklı yönler barındırıyor. Gezi’de kitleler sokaklarda şiddete başvurmakta tereddüt etmez ve eylemlerde karşıdan gelen saldırılara karşı net bir tutum sergilerken öte tarafta bu şiddetin ve öfkenin sıçrayıp bir bilince ilerlemesi yetersiz kalıyordu. Bugünkü duruma baktığımızda ilk defa eyleme katılan milyonların aşamadığı kutsallarının olması eylemlerin şiddet boyutunu da sınırlıyor ancak nitelik bakımından incelersek daha nitelikli ilerlediğini söyleyebiliriz. Bunu, güçlü ve görece kendiliğinden başlayan eylemlerin yerini daha temkinli ama örgütlü devam eden hareketliliğe bırakmasından da anlayabiliyoruz. Yıllarca kampüslerde, sokaklarda anlatılan örgütlülüğün önemi bu süreçte çok iyi kavranmış, eylem pratiği ise başta gençliğin ve bütün toplumun kutsallarını görece yıkmıştır. İlk defa eylemlere katılan milyonlarca genç, polis şiddeti ve “devletin gücü” ile karşılaşmış ve devletin karakterini daha net anlamaya başlamış oldu. Sokak pratiğinin yanında boykot süreci de sermayeyi ve onun bekçiliğini yapanları net bir şekilde açığa çıkarmış oldu.
Bu yaşananların sürecin devamına yansıması olarak öğrenciler kitleler halinde sol örgütlere yönelmiş veya kendi bulundukları okullarda otonomi yapıdaki öz-örgütlenmeleri kurmuştur. Kurulan zeminlerin, yeni yan yana gelişlerin ideolojik ve politik çizgisinin sola kayması hatta sınıf zeminine doğru çekilmesi de eylem alanlarındaki sloganlardan, okunan basın metinlerinden anlaşılacaktır. Öğrenciler kitleler halinde eylemlere katılıyor, üniversitelerde kurdukları zeminlerle işçi grevlerine destek veriyor, sendikalara çağrılarda bulunuyorlar. 1968 Gençlik Hareketi’nin devrimci gençlik önderlerini sahipleniyorlar. Alanlarda neredeyse her eylemde artık “Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş” sloganları yükseliyor. Yani sokak hareketi artık ideolojik zemini de oturmaya doğru ilerleyen bir hal almış durumda. Bu durumun kendisi de “süreç sönümlenir mi” kaygısını büyük oranda ortadan kaldırmıştır. Gezi okunuyor, anlaşılmaya çalışılıyor, yaşatılıyor ancak daha da önemlisi oradan dersler çıkarılıp orayı sahiplenen bir yerden daha iyisini inşa etme çabasına girişiliyor. Kampüslerde Ali İsmail’in silüetinin duvarlara çizilmesi, eylemlerde Berkin Elvan’ın adının haykırılması, her meydanda Gezi ve Taksim sloganlarının atılması bir yandan Gezi’yi sahiplenme bir yandan da AKP’ye “bu kez daha güçlü geliyoruz” demektir.
Gezi Direnişi gençliğin devrimci mücadelesinin seyrinde devraldığı şanlı bir mirastır. Bu miras bugün kampüslerde, sokaklarda yaşatılmaya devam ediyor. Gezi Direnişi’nin ruhunun kampüslerde, sokaklarda dolaşıyor olması bizim için bir umut, AKP-MHP iktidarı ve sermaye için ise her gece uykularını kaçıran bir kabus olmuştur. Bu umudu daha da büyütmek sadece onu anmak ve anlamaktan değil aynı zamanda ona nitelik kazandırmaktan geçer. Biz devrimciler ise bu iradeyi kite hareketinin önünde yürütme görevini üstlenmek zorundayız. Kitle hareketinin oturtulduğu doğru bir ideolojik zemin, bu zemin üzerine doğru örgütlenme ve hareketi yanlış yönlere sapmaktan alı koyacak ona yön verecek doğru önderlikler bu iktidarın gördüğü kabusu gerçeğe dönüştürmenin pusulası olacaktır. Bu bize Lenin’in sıkça vurguladığı bir gerçeği tekrar hatırlatıyor: Kitle hareketi olmadan devrim olmaz, ama devrimci önderlik olmadan kitle hareketi devrime dönüşemez.






