Bir İdeoloji Olarak Bilim
- Gençlik Devirecek

- 7 Eki
- 2 dakikada okunur

Sınıflı toplumların en belirgin özelliği, devlet zoruyla örgütlenmiş kurumlara ve ilişkilere sahip olmasıdır. Bu zor aracını şekillendiren üretim ilişkileri, diğer bütün toplumsal ilişkilerin (hukuk, sağlık, eğitim vs.) üzerinde konumlanarak, bu ilişkileri belirleyen ve değiştiren araçlara (kurumlara) sahip olur. Günümüz toplumunun sermayenin genel çıkarları üzerine inşa edildiğini saptadığımızda, üniversitelerin ve bilimin de sermayenin çıkarlarını öncelediğini saptamış olacağız. Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz ki; sosyal bilimlerden teknik ilerlemelere, akademik kadrolardan müfredata kadar her şey sermayenin çıkarlarına göre şekillenmektedir.
2000 yılında Fransa'da bir grup iktisat öğrencisi Autisme-economie başlıklı bir bildiriyi internet üzerinden yayımlar. Bildiri; üniversitelerdeki iktisat eğitiminin günümüz iktisadi sorunlara çözüm üretemeyecek kadar soyutlandığı, matematiksel formüllerin bir araç değil amaç olarak kullanıldığı ve en temelde tek bir öğretinin (Neoklasik İktisat) iktisat eğitiminde hakim olduğu anlatılır. Otizmin en belirgin tanısı çevreye ve sosyal ilişkilere duyarsızlıktır. "Autisme" kelimesi burada, günümüz iktisat biliminin topluma ve çevreye olan duyarsızlığına işaret etmek için konulmuştur. Bildiriden sonra özellikle Avrupa coğrafyasında bilimin ve üniversitelerin özerkliği üzerine birçok tartışma, 2008 krizinin de etkisiyle, tekrar gündeme gelmiştir.
2008 krizi, bütün Neoklasik öğretilerin sorgulanmasına yol açmıştı. Bugüne kadar bütün iktisat fakültelerinde ezberletilen serbest piyasanın kendisini düzenleyecek koşullara sahip olduğu inancı bu krizle alt üst oldu. Nitekim bunalımın ardından bizzat devlet müdahalesi piyasayı düzenleyecekti. O güne kadar çok az iktisatçı dışında hiç kimse böyle bir krizi öngörmüyordu. Neoklasik iktisatçıların savunduğu "homo-economicus" (her koşulda kendi çıkarını maksimize eden insan modeli) geçersizliğini kanıtlamış oldu.
Tarih boyunca egemen sınıflar, kendi sömürü düzenlerini yeniden üretecek belirli ideolojik aygıtlara ihtiyaç duymuştur. Günümüz egemen sınıfı olan burjuvazi de bu aygıtlardan yoksun değildir. Oluşturmaya çalıştığı "kendi çıkarını maksimize eden" insan modeli, neredeyse bütün üniversitelerde sinsice empoze edildi. Rekabete dayalı sınav sistemi, kariyer kulüpleri, müfredat ve birçok benzeri araçla bireysellik ve örgütsüzlük hali üniversitelerde yaygınlaştırıldı. En küçük bir hak arayışı marjinalize edildi. Üniversiteler kapitalizmin işbölümü ihtiyacını karşılayacak kurumlar olmaktan öteye gidemedi. Bilim, tarihin her döneminde olduğu gibi, bugün de elit sınıfın erişebileceği ve şekillendirebileceği bir yapıya büründü. Bu koşullar altında bütün insanlığın ortak değeri olarak bir bilimden söz etmek mümkün değildir.
Bilim ve bilimi üreten yuvalar olarak üniversiteler, siyasal baskılardan arındırılarak insanlığın gelişiminin önünü açabilir. Bunun yolu ancak işçi sınıfının ortak çıkarıyla bütünleştiğinde, kalıcı bir zeminde üniversiteler tamamen sermaye egemenliğinden kaldırılabilir, insanlığın ortak değeri olarak bilim, ancak o zaman insanlığın ortak emeğinde yükselebilir.





