Gençliğin Örgütlenmesi Üzerine
- Gençlik Devirecek

- 3 Eki
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Eki

“Biz eskiye, çürümüşlüğe karşı amansız bir savaşın partisiyiz; amansız savaşa ise her zaman ve ,herkesten önce gençlik hazır olacaktır.”
Friedrich Engels
Çürüyen kapitalizme karşı mücadele eden güçler için dün olduğu gibi bugün de gençliğin örgütlenmesi, emeğin saflarında mücadeleye dahil edilmesi önemli bir durumdur. Hatta bu o kadar önemli bir durumdur ki sadece sosyalistler değil burjuva partiler dahi örgütlenmelerinde gençliğe özel önem atfetmek zorunda kalmışlardır. Bu partilerin büyük bir kısmı ‘’gençlik kolları’’ vb. örgütlemelerle bunu somutlamıştır. Kapitalist sistem aileyle, medya ve sosyal medyayla, eğitim sistemiyle gençliği sisteme uyumlu, itaatkâr, rekabetçi, bencil yetiştirmek için sürekli bir propaganda ve etkinlik içerisindedir. Faşist örgütlenmelerle, dinci örgütlenmelerle, polis baskısıyla devrimci örgütlenmelerin alanları daraltılmak istenirken apolitizm, bağımlılık gibi bir dizi spesifik yöntemle de gençliğin devrimci mücadele saflarına katılması engellenmeye çalışılmaktadır.
Sosyalizm mücadelesini yürüten bizler açısından gençliğin örgütlenmesi bu saldırıların arttığı, devrimci gençlik mücadelesinin mevzilerini geriye doğru çektiği bugünlerde bir görev ve sorumluluk olarak karşımızda duruyor.
Gençlik Tanımı ve Örgütlenme Alanımız
Alanlara dair yapılan tanımlar esas olarak o alandaki mücadelenin nasıl ve ne şekilde yürütüleceğini de belirler. Dolayısıyla yapılan tanımların bilimsel veriler ve somut gerçeklikle uyumlu olması yani ayağının yere basıyor olması gerekir. Gerçeklik ancak doğru kavrandığında değiştirilebilir. Bir kategori olarak gençlik esas olarak kapitalizmde politik bir güç olarak sahneye çıkar. İlkel komünalden ve feodal toplumun başlarına kadar çocuklar, ergenler iş bölümü içerisinde yetişkinlerle beraber klanın eşit üyeleri olarak çalışıyorlardı. Ancak özellikle kapitalizmin eğitimli, vasıflı, spesifik yeteneklerle donanmış emek gücüne duyduğu ihtiyaç, daha önceleri sadece yüksek sınıfların çocuklarının aldığı eğitimin genelleşmesini de beraberinde getirmiştir. Diğer sınıfların çocuklarına da eğitim hizmeti verilmeye başlandı. Eğitim süreci zaman içinde daha da uzamaya ve tam zorunlu hale gelmeye başladı. Bugün gençler öznel durumları dışında tuttuğumuzda en az 12 yıl okumak zorundalar. Gençler bu eğitim sürecinde yıllar boyunca üretim sürecinin dışında tutulurlar. Bu eğitim sürecinin sonucunda kısmen kendi yetenekleri, kısmen networkleri ancak esas olarak sermayenin ihtiyacına göre üretim sürecine dahil edilirler. Başka bir deyişle yabancılaşma sürecine dahil edilirler. Bizim politik zeminimiz de işte bu eğitim süreci içerisindeki gençliktir. Gençlerin ‘’genç’’ olarak öne çıkarılan özellikleri işte bu aşamada şekillenir. Birçok davranışının maddi kaynağı bu eğitim sürecidir. Başına buyrukluk, fevrilik, tez canlılık vb. şekillerde nitelendirilen özellikler salt biyolojik değildir elbette. Bu dönemdeki ‘’otoritesiz’’ durum da bu davranışların kaynağıdır. Kapitalist sistem ve geleneksel yapı bu süreçten hemen sonra genci kapitalist sisteme bağlama ve onu uyumlulaştırmak için kuşatır. Yabancılaşmaya karşı direncini iş, evlilik, erkekler için askerlik hizmeti, borçlandırma vb. yöntemlerle kırmaya çalışır. Tüm bu süreci göz önünde tutarak gençliği kısaca tanımlayabiliriz.
Genç; diğer tüm yönleri çıkartılırsa toplumsal olarak kimlik edinme sürecini yaşayan ve henüz toplumsal rolü belirlenmemiş bireydir. Edineceği rol henüz sistem tarafından belirlenmemiştir. Bu noktada işçi gençliği bu tanımın dışında tutmak isabetli olacaktır. Onun rolü işçiliktir. Ayrıca işçi gençliğin örgütlenmesinin aracı da özgün durumlar dışında (meslek liseleri, staj, part time çalışma vb.) parti ve sendikadır. Bizim esas ele almak istediğimiz kesimse öğrenci gençlik ve onun örgütlenme alanı olan üniversitelerdir.
ÖĞRENCİ GENÇLİK HAREKETİNİN DURUMU VE ÖRGÜTLENME PERSPEKTİFİMİZ
Türkiye’de gençlik mücadelesinin kökleri derinlerdedir. 68’den önce de var olan kısmi hareket 68’de zirveyi bulur. Daha sonraları Dev-Genç’te devrimci sıçramayı yaratacak kadrolar 68’de de omuz omuzaydı. Türkiye 68’i Avrupa ve Amerika 68’iyle kıyas edildiğinde daha devrimci ve militandır. 6.Filo eylemleri, Kommer’in arabasının yakılması gençliğin anti-emperyalist eylemlerinin zirvesiydi. İlk devrim şehitlerinin verildiği gençlik hareketi bizlere koca bir miras bırakmıştır. 12 Eylül Askeri Diktatörlük’ten önce hızla politikleşen gençlik hareketi devrimci örgütlerin kurulmasına da öncülük etmiştir. Darbeden sonra, 90’lı yıllar boyunca Dernekler, Koordinasyonlar, YÖK eylemleri derken işçi sınıfının Baharı gençliği de sarmıştır. Nihayet milyonlarca genç Gezi Direnişi’nde daha sonra da Kobane Direnişi’nde rolünü oynamıştır. Gençlik mücadelesine soluk ararken bu deneyimlerin tümünden öğrenerek ilerliyoruz. Ancak 2016 sonrası baskı süreci özellikle üniversitelerde özel bir saldırı konsepti olarak gelişti. Kamu üniversitelerinde pilot uygulama alanları seçilerek gençlik mücadelesi kuşatıldı. Devrimci gençlik mücadelesinin bıraktığı boşluklar devlet eliyle faşist çetelere verildi. Suruç’ta 33 genç devrimci, AKP’nin gözetiminde IŞİD çeteleri tarafından katledildi. Bu sürecin kendisine hazırlık yapamayan Sol ve özelde gençlik hareketi hem ciddi bir kadro kaybı yaşamıştır hem de kitle ilişkilerini yitirmiştir.
O günden bugüne yaklaşık olarak 10 yıldır devam eden süreç kapanmış değildir. Dağınık, kitle ilişkilerinden kopuk, lokal bir gençlik hareketi mevcuttur. Bu haliyle girdiği Boğaziçi Direnişi kısmen bir nefes almasını sağladıysa da bütünlüklü bir örgütsel formasyon ve stratejik rota çizmeye vardırılamadan hareket sönümlenmiştir. Öte yandan Boğaziçi Direnişi’nden önce ve sonra binleri aşan, pek çok kendiliğinden eylem meydana gelmiştir. Bölünme eylemleri, Yemekhane eylemleri, 8 Mart eylemleri vb. Ancak bu eylemler de mevcut durumdan çıkışa kapı olamamıştır. Bunları söylerken, özelde eylem ve çelişki anlarında genelde bütün bir örgütlenmede öne çıkan iki temel çizgi gözümüze batmaktadır. İlki kampüsü genel politikadan ayırmaya çalışan ve hareketi kampüste içinde tutan sağ anlayıştır. Bu anlayış üniversiteyi ülke gündeminden ayrı, fanus içindeki bir hayat olarak ele almaktadır. Öğrenci gençlik mücadelesi içinde kulüp, okuma etkinliği gibi araçlar dışında bir araç tarif etmezler. Bu anlayışın gençlik hareketini ileriye doğru sıçratma perspektifi yoktur. Aksine ivmelenen ve kampüs dışına taşınan gençlik hareketinin paçasına yapışırlar. İkincisi bir anlayış ise kampüs gündemine büsbütün yabancı, dar politik hesaplarını hareketin bütününün önüne koyan sol sapma anlayıştır. Bu anlayış üniversiteyi bir mücadele alanı olarak örgütleme gündeminden uzaktır. Çoğunlukla ve sadece öğrenci gençliğin taleplerinin ve mücadelesinin büyütüldüğü anlarda ortaya çıkar. Belirli bir stratejik rotadan, hazırlık sürecinden yoksun günü kurtarma hesabıyla mücadele içerisine dahil olurlar. Bu iki anlayış da kitlesel-militan bir gençlik hareketi yaratmaktan uzaktır. Gençlik hareketindeki büyük geri çekilmenin, saldırılara cevap olamamanın tek nedeni elbette nesnel koşullar değildir. Hareketin öznel sorunlarının kaynağı büyük oranda bu iki anlayışta somutlanmıştır. Bu durum uzun bir süredir devam etmekte, iç tartışmaların niteliği de düşmektedir. Bu duruma örgütlü bir müdahale edilmediği takdirde kendini tekrarlayan ve daha da geriye düşen hareket ayakları üzerine de doğrulamaz. Elimizde bunu anında değiştirecek bir sihirli değnek yok ancak üniversite örgütü, üniversite analizi, kitle ilişkileri, antifaşist mücadele başta olmak üzere yapılan bir dizi yanlışı ortaya koymadan bu durumun değiştirilmesi olanaksızdır.
ÖZERK-DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE MÜCADLESİ VE PRE-SENDİKALİST ÖRGÜTLENME
Bir üst yapı kurumu olan üniversitelerin kapitalist sistemde sermayenin ihtiyacı olan kalifiye emek gücünü ürettiğini söylemiştik. Üniversiteler aynı zamanda ideolojinin yeniden üretildiği mekanlar olarak da önemli bir alandır. Burjuvazi ihtiyaç duyduğu bürokratları bu ideolojik yeniden üretim süzgecinden geçirir. Üniversitelerdeki devrimci mücadelenin büyümesi bu anlamıyla buralarda açılan ciddi gedikler anlamına da gelir. Burayı açarken kısaca üniversitelerin nesnel durumundan da bahsetmeliyiz. Bilimsel bilginin üretildiği alan olan üniversiteler, bugün bilimsel sansüre sık rastlanan ve bilgi üretim sürecinde öğrencilerin söz hakkının olmadığı, öğrencilerin nesne durumuna geldiği alanlar haline gelmiştir. Bilimin üzerindeki sınıf egemenliğinin bir sonucu olan bu durum yine ancak buna karşı yürütülecek bir mücadeleyle tersine döndürülebilir. Özerk-Demokratik Üniversite talebi bu yolda öğrenci gençliğin önemli ve güncel bir talebidir. Özerk-Demokratik Üniversite talebi mali, yönetsel(idari), bilimsel özerklikleri barındıran bir anlama sahiptir. Üniversitelerin mali kaynaklarını kendisinin belirlemesi, denetim mekanizmalarını kurması mali özerkliğin önemli bir adımıdır. Üniversitelerin rektörlerinin ve aşağıya doğru hiyerarşinin öğretim görevlileri, öğrenciler ve üniversite çalışanları tarafından belirlenmesi akademik yönetim mekanizmalarının siyasal atamalara karşı alacağı demokratik bir önlemdir. Ancak bu koşullar sağlandığında bilimin özgür üretimi sağlanabilir. Bu, kafa ve kol emeğinin arasındaki ayrıma son verecek, okulu yaşama yaklaştıracak, yarınının Politeknik öğretiminin bir hazırlık safhasıdır da aynı zamanda. Kapitalist üretim, her sektöre uygun bilgi, birikim, yetenek ve ideolojik donanıma sahip insanlara ihtiyaç duyar. Bu nedenle kendi üretim sektörlerine uygun düşecek yansımalarla eğitimi de sektörlere ayırır. Eğitim politikalarını belirleyen şey de temelde sermayenin bu ihtiyaçlarıdır. Dolayısıyla nasıl bir eğitim sorusu nasıl bir üretim sorusuyla bütünleştirilmelidir. Bu soru aynı zamanda eğitim mücadelesinin siyasallaşmasını da sağlar. Çünkü akademik mücadele, zorunlu olarak yarının emekçisi olacak öğrenciler için meslek mücadelesi anlamına gelecektir. Bizler gençlik mücadelesine yön verecek örgütü tartışırken bunu göz önünde tutmak durumundayız. Bu da örgütlenme perspektifimizin sektörel olması demektir. Yani öğrenci gençlik içerisinde meslek hayatından önce de öğrenciyi kendi sektörüyle bağ kurmaya itmeliyiz. Pre-Sendikal örgütlenme dediğimiz bu örgütlenme sektör sendikalarının öğrenci kolları, komisyonları vb. kurularak yapılmalıdır. Bu örgütlenme aynı zamanda öğrenci hareketi ile sınıf hareketi arasında kesintiye uğrayan mücadelenin birleştirilmesine de hizmet eder. Kendi sektör sorunlarını öğrencilikten kavrayan geleceğin emekçileri, üretim ilişkilerine dahil olduklarında hem sektörün sorunlarına hakim olmuş durumda olurlar hem de üniversite örgütlülüğü sınıf örgütlenmesine kesintisiz bir biçimde aktarılmış olur.
Bugünün üniversiteleri bu temel tespitlerin yanında neoliberal politikaların da esaslı bir uygulama alanıdır. 1980 Askeri Diktatörlüğünün ürünü olan YÖK eliyle kampüslerin arazileri, kantinleri, yemekhaneleri özelleştiriliyor. Kamusal alanlar özel sektöre devrediliyor. YÖK aynı zamanda öğrenci gençliğin yükselen mücadelesini durdurmak için hayata geçirilen bir yönetmeliktir. Bugün hala bu yönetmelikle ‘’disiplin’’ cezaları verilmektedir. Akademik mücadelenin esas hedeflerinden birinin YÖK olmasının arka planı elbette burada yatmaktadır. AKP’nin gençlik üzerindeki baskısının önemli bir aracı da hala YÖK olmaya devam ediyor. Ancak bugün kolayca söyleyebiliriz ki AKP iktidarının yıllarca süren baskısı gençliği teslim alamamıştır. Gençliğin kişiliğini çok yönlü geliştirme, yaratıcı ve özgür bir varoluş talebi sosyal ortamına, hayat tarzına yapılan onca saldırıya rağmen dinamik bir mücadele alanıdır. İktidarın gençliğe biçtiği gömlek ile gençliğin özgürlük talebi çatışma alanı olarak orta yerde durmaktadır. Boğaziçi Direnişi ile bilince çıkarılan ama bütün üniversitelerde başka veçhelerle açığa çıkan kampüs direnişleri kendisine yön verecek örgüte ve kadrolara ihtiyaç duyuyor. İktidarın ve sermayenin politikalarının uygulayıcısı üniversite yönetimleri ve öğrenciler arasında kan uyuşmazlığı had safhada devam ediyor. Öğrenci gençlik hiç olmadığı kadar kampüslerde soluk alacak organizasyonlara ihtiyaç duyarken ülkedeki ekonomik krize, siyasal baskıya karşı da pasif tepkilerini ortaya koyuyor. Bu tepkinin pasif olmasının asıl sebebi ise diğer burjuva partilerin gençliğin dinamizmini seçim ve onun basit, etkisiz sandıklarında soğurmasıdır. Bizler açısından gençliğin üniversitelerden sokaklara taşıyacak bir alan örgütlenmesinin yaratılması, burada sınanacak perspektifimizin hayata geçirilmesi her zamankinden daha acil bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Kampüs ve sokaklarda örgütlü olan faşist örgütlenmeler ve karşı devrimci dinci çetelerin ezilmesi yine esas görevlerimizden biridir. Siyasal faaliyetimizin önemli bir mücadele başlığı da bu anlamda antifaşist mücadeledir.
Türkiye devrimci hareketinin gençlik önderleri sosyalizm mücadelesine büyük ölçüde üniversite mücadelesi üzerinden katılmışlardır. Doğru bir yönelimin onlarca üniversitenin anahtarı olacağını biliyoruz.
Her biri onlarca eyleme, devrimci kadroya, antifaşist mücadeleye tanıklık etmiş kampüslerimizi yeniden kızıllaştırmak için mücadelede daha kararlı, güçlü adımlar gerekiyor. Dünden bugüne üniversitelerde gençlik ve iktidar arasındaki çelişki çok çeşitli eylemlerle somut bir içeriğe sahip oldu. Önümüzdeki dönemlerde de bu kendiliğinden eylemler mutlaka sürecektir. Bizce en önemli görev gençliğin akademik-demokratik mücadelesini siyasal bir program çerçevesinde sektörel örgütlenmeyle hayata geçirecek kadroların ve örgütlülüğün yaratılmasıdır. Ancak bu örgütlülük gençliği emeğin saflarına yeniden dahil edebilir. Emeğin saflarını gençleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz kesin adım budur. Adımlayacağız.






